Rita Felski, okur ile edebiyat arasındaki etkileşimin dört şekilde gerçekleştiğini söylüyor: Okurun kendini kitapta bulduğu, kendini öteki olarak teşhis ettiği tanıma süreci, yapıtın içine çekildiği ve etkisinden kurtulamadığı büyülenme süreci, geçmişe veya başka yerlere dair bir şeyler öğrendiği bilgi edinme süreci ve okuru şaşırtarak verili olan üstüne düşündürmek isteyen yapıtın başvurduğu şok süreci.[1]
Bir insanın kendi gerçekliğini bulmadan cevaplayamayacağı pek çok soru var. Cevapların değil, sorduğumuz soruların bizi biz yaptığı bir dünyada yolu edebiyatla kesişenler, gerçekliğe biraz daha kolay yaklaşabiliyor.
Her kitap, kişiliğimizde keşfedilmeyi bekleyen bir yere dokunur ve bizi biz yapan sorular sordurur. Kimi zaman bir karakterin yabancılaşmasında kendimizi buluruz kimi zaman bir anlatının akışında kayboluruz. Aslında edebiyat, okuru büyüleyerek, sarsarak ve ona kendi gerçekliğini göstererek, onu dönüştürür.
Gelin bu dönüşümü çok sevdiğim birkaç kitap üzerinden değerlendirelim.
Marcel Proust – Kayıp Zamanın İzinde
“…Her okur, okuma esnasında kendi benliğini okur. Yazarın elinden çıkan eser okurun, bu kitap olmasaydı, kendi başına belki de hiç kavrayamayacağı şeyi fark etmesini sağlamak için yazarın okura sunduğu bir çeşit optik araçtan ibarettir,” diyen Prost’a hak vermemek mümkün mü?
Proust’un eserlerinde, bellek ve zaman arasındaki ilişki en temel temadır. Madlenin tadı gibi küçük bir uyarıcı, okuru geçmişin derinliklerine sürükler ve geçmişin kaybolan izleri yeniden canlanır. Proust, geçmişi hatırlayarak kişinin kimliğini yeniden şekillendirdiğini anlatırken okur da kendi geçmişine dönüp kimliğini keşfetme fırsatı bulur. Bellek, bir anlamda insanın geçmişle kurduğu bağları temsil eder; bu bağlar çözüldükçe okur geçmişin gerçekliğini, kendi kimliğini ve yaşamının farklı katmanlarını yeniden inşa eder. Proust, okurun zamanla olan ilişkisini sorgular. Gerçek olana dair bu önemli sorular da okuyucunun zihninde cevaplanmayı bekler.

Virginia Woolf – Dalgalar
Woolf’un Dalgaları, kimliğin akışkanlığını ve içsel dünyanın değişkenliğini gözler önüne serer. Anlatıcıların bilinç akışı içinde kaybolan okur, kimliğin ne kadar elastik ve geçici bir şey olduğunu keşfeder; kendisini kaybolmuş hisseder, zaman ve mekânın ötesinde bir iç yolculuğa çıkar. Woolf, karakterlerin zihinsel durumlarını tasvir ederken okuru da içsel bir keşfe davet eder. Bu, okurun gerçekliğiyle yüzleşmesi ve kendini anlaması için bir araç hâline gelir. Kitap, kimliklerin ve duyguların kaybolup yeniden şekillendiği bir okuma deneyimi sunar. Her bir karakterin farklı bakış açılarında ve zaman dilimlerinde kendi benliklerini nasıl inşa ettiğini görmek, okurun da kendi içsel yolculuğunu başlatmasına olanak tanır.
Orhan Pamuk – Yeni Hayat
Orhan Pamuk’un Yeni Hayatı, kitabın gücünü ve okurun hayatını nasıl dönüştürebileceğini anlatan bir eserdir. Pamuk’un romanındaki anlatıcı, bir kitap okuduktan sonra dünyayı ve hayatı bir başka şekilde görmeye başlar. Bu, edebiyatın gücünü ve gerçeklik algısını nasıl dönüştürdüğünü gözler önüne serer. Yeni Hayat, yalnızca bir edebi eserin değil, bir metnin gerçeklik üzerinde nasıl derin bir etkisi olabileceğinin somut bir örneğidir. Pamuk, bir kitabın hayatı değiştirme gücünü sorgularken okurun da edebiyat aracılığıyla kendi kimliğini bulmasına yardım eder.
“Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti,” diye başlayan Yeni Hayat, okurlarına Beni okuduktan sonra eskisi gibi kalman imkânsız, demektedir âdeta.
Sonuç: Köprünün İnşası
Her birimiz farklı kitaplar okuruz; tıpkı her sabah işe, okula farklı yollardan gitmemiz gibi. Bu da gerçeklikle aramızda köprü olan edebiyatın nasıl her birimiz için bambaşka yolculuklara gebe olabileceğini açıklar. Her okuma deneyimi, okuru başka bir dünyaya götürür. Kitaplar, kişiliğimizin keşfedilmeyi bekleyen derinliklerine dokunur, içsel boşlukları doldurup bize kim olduğumuzu sorgulatır. Gerçeklik bazen dış dünyadan değil, edebiyat aracılığıyla içsel bir keşiften gelir. İnsanlar, kendi benliklerini anlamak ve hayatlarına anlam katmak için edebiyatı bir araç olarak kullanırken aslında gerçekliğe daha yakın bir yer bulurlar. Edebiyat, her sayfada kendimizi inşa etme yolunda attığımız bir adım, ve gerçekliğe ulaşmamız için ihtiyacımız olan yapı taşıdır.
[1] Rita Felski, Edebiyat Ne İşe Yarar kitabının arka kapak yazısından, Metis Yay., 2021