Yazar adaylarını en çok zorlayan konuların başında, çatışma yaratamamak ya da yerinde dozunda bir çatışmayı yerli yerine yerleştirememek gelir. Peki, sahiden zorlayıcı mıdır çatışma yaratmak, neden gereklidir? Bu çatışma tam olarak nedir?
Okuduğumuz her hikâyenin merak uyandırmasını, isteriz. Karakterin kişisel ya da toplumsal bir anlam arayışında olduğunu ve sonunda değiştiğini, dönüştüğünü görmek isteriz. İşte burada çatışma devreye girmelidir. Çatışma hikâyenin ritmini belirler. Çözülmesi gereken bir sorun ve gerilim olmadan olay örgüsü ilerlemez.
Çatışmasız Hikâye Mümkün Mü?
Neden olmasın. Ama anlatısal açıdan çatışmasız bir hikâye okuyucuda derin bir etki bırakamaz. Daha deneysel metinlerde çatışma yerine atmosfer, dil ya da felsefi sorgulamalar öne çıkabilir ama klasik hikâye anlatımında çatışma olmadan ilerleyen bir kurgu düşünülemez. Buna en iyi örneklerden biri, Beckett’in Godot’yu Beklerken oyunudur. Hikâyede geleneksel bir olay örgüsü yoktur fakat karakterler, bekleyişleri içinde varoluşsal bir çatışma yaşar. Yani, çatışma fiziksel ya da doğrudan bir eylem içermek zorunda olmadan, karakterlerin içsel durumları ve beklentileriyle de beslenebilir.
Bazı çatışma türlerini örneklerle inceleyerek konuyu zihnimizde somutlaştıralım.
- İç çatışma: Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ı bu çatışma türüne örnektir. Toplumdan soyutlanmış, insan ilişkilerinde başarısız ama bir yandan da onay ve kabul görmek isteyen karakter, kendi düşünceleriyle sürekli bir savaş hâlindedir.
- Karakterler arası çatışma: İki karakterin hedefleri ya da değerleri çatıştığında ortaya çıkan bu türe, Emily Bronte’nin Uğultulu Tepeler romanı örnek verilebilir. Birbirini tutkuyla seven ama gururları, sınıfsal farkları ve intikam istekleri sebebiyle iki karakter arasındaki çatışma sürekli tırmanır.
- Toplumsal çatışma: Sefiller romanıyla bireyin toplumla veya sistemle mücadelesini gözler önüne seren Victor Hugo, Fransız toplumunun adalet ve eşitsizlik sorunlarını merkezine alır. Jean Valjean bir somun ekmek çaldığı için yıllarca hapiste kalır, bu da adalet sistemi ile bireyin mücadelesini simgeler. Romanda devrimci hareketler, sınıfsal çatışmalar ve bireyin toplum içindeki yerini sorgulayan dinamiklerle büyük ölçekli bir toplumsal çatışma anlatılır.
- Doğa ile çatışma: Jack London’ın Beyaz Diş romanında doğa, Beyaz Diş’in ve diğer karakterlerin karşılaştığı en büyük engeldir. Karakterler, vahşi doğada hayatta kalmak için sürekli bir mücadele içindedir. Bu çatışma, doğanın zorluğuna, insanların ve hayvanların bu zorluğa karşı verdikleri mücadeleye odaklanır.

Organik ve Etkili Bir Hikâye Oluşturmak
Karakterin Ne İstediğini ve Karşısına Ne Çıktığını Belirleyin
- Karakteriniz ne istiyor? Aşk mı, iş mi, özgürlük mü, intikam mı, dürüstlük mü…vb.
- Bunu elde etmesini engelleyen nedir? Buna cevabınız bazen toplumsal kurallar, bazen başka bir karakter, bazen de karakterin kendi içindeki korkular olabilir.
Dışsal Çatışma Kadar İçsel Çatışmayı da Kullanın
- Çatışma yalnızca karakterler veya olaylar arasında olmaz, bazen bir karakterin kendi içinde yaşadığı çelişkiler de en güçlü çatışmalardan birini yaratabilir.
- Karakterinizin kendi içinde yaşadığı mücadeleyi derinleştirmek, çatışmayı daha etkileyici kılabilir.
Çatışmayı Küçük Gerilimlerle Destekleyin
- Her hikâyede büyük ölçekli çatışmalar olmayabilir, küçük gerilim unsurları eklemek de hikâyeyi canlı tutar.
- Bir karakterin bir odada sıkışıp kalması bile çatışma yaratabilir. Önemli olan, okuyucunun bir çözüm beklentisi içine girmesini sağlamaktır.
Çatışmayı Metnin Akışı İçinde Organik Hâle Getirin
- Çatışmayı zorla hikâyeye dahil etmeye çalışmayın. Bu yaşanan olaylarda bir yapaylık hissi yaratabilir.
- Çatışmanın doğal görünmesi karakterin geçmişiyle, onu hayata bağlayan ayrıntılarla uyum içinde olmasına bağlıdır.
Çatışmayı Küçükten Büyüğe İnşa Edin
- İlk başta karakterin karşısına çıkan engeller küçük olabilir, ama bu engeller zamanla büyüyerek daha büyük bir çatışmaya dönüşebilir.
- Küçükten büyüğe doğru ilerleyen çatışmalar, hikâyenin akışını güçlendirirken okuyucuyu da olayların içine çeker.